Bosna Hersek Gezi Notları

Zümrüd-ü Anka: Bosna Hersek

Bosna Gezi Notları

Zümrüd-ü Anka: Bosna Hersek

27 Haziran 2018. İstanbul’dan 1,5 saatlik yolculuk sonrası Sarayova (Sarajevo)’ya varıyoruz. Yaz mevsimi olmasına rağmen bizi yağmurlu ve soğuk bir hava karşılıyor.

Orijinal adı Sarajevo olan başkent Sarayova Türkçe “saray” ve “ova” kelimelerinden türetilmiştir. Yaklaşık 600 bin nüfuslu olan bu şehir, Saraybosna vadisi içerisinde yer alan Miljacka Nehri etrafında kurulmuştur.

Miljacka Nehri

Para birimi Konvertibl Mark (KM) olup, 100 Türk Lirası yaklaşık 33 Konvertibl Mark’a denk geliyor. Döviz bürolarından rahatlıkla Türk Lirasını bozdurabiliyorsunuz.

Havaalanından otele gitmek için bindiğimiz otobüs şoförüne Başçarşı (Bašcaršija)’ya gitmek istediğimizi söylediğimizde “Kapalıçarşı’ya değil Başçarşı’ya” diyerek karşılık vermesi güzel bir enstantene oluşturuyor.

Meşhur Ulusal Kütüphanenin hemen yanında yer alan otelimizi bulmamız hiç de zor olmuyor. Şehrin kalbi denilebilecek Başçarşı otelimizin hemen yakınında. Zaten eski şehir olarak adlandırabileceğimiz bu yerde önemli tarihi ve turistik mekanlar birbirine çok yakın mesafede yer alıyor. Başçarşı, camileri, güvercinlerin mesken edindiği ahşap sebili, hanları, medreseleri ile bir Osmanlı hatırası olduğunu göstermekte. Özellikle doğası, camileri, Başçarşısı ile Saraybosna tıpkı Bursa’yı andırmakta. Çarşı etrafında bol bol Türk kafeleri, restaurantları, marketi ve Türkçe tabelalara rastlamanız mümkün. Zaten etrafta fazlasıyla Türk mevcut.

Ulusal Kütüphane

Ertesi gün meşhur Mostar Köprüsünü görmek üzere tramvayla otobüs terminaline gidiyoruz. 2,5 saat sürecek yolculuğumuz için kişi başı 21 KM ödüyoruz.

Mostar şehrinde bizi ilk olarak yoğun restorasyon çalışmaları karşılıyor. Türkiye’nin de bu çalışmalarda etkin rolü olduğunu görüyoruz.

1566 yılında Mimar Sinan’ın öğrencisi Mimar Hayrettin tarafından Neretva Nehri üzerinde inşa edilmiş olan Mostar Köprüsü, Boşnakların deyimiyle “Stari Most” 1992 yılında Sırplar, 1993 yılında ise Hırvatlar tarafından yıkılıyor. 1997 yılında UNESCO ve Dünya Bankası işbirliği ile yeniden inşa ediliyor ve 2005 yılında UNESCO tarafından koruma altına alınıyor.

Şanslıyız ki burada Sarayova’nın aksine hava çok güzel ve güneşli. Ara sokaklardan yürüyerek büyük bir heyecan ve merakla Mostar Köprüsüne doğru ilerliyoruz. Ve muhteşem bir manzarayla karşılaşıyoruz.

Zümrüt yeşili renkteki akarsuyu, etrafındaki yeşillikler ve çiçekler ile zarif Mostar köprüsünün oluşturduğu eşsiz manzaranın cazibesine kapılmamak mümkün değil. Burada çekilen her fotoğrafın Monet tablolarını aratmayacağına emin olabilirsiniz.

Köprünün üzeri hıncahınç turist dolu. Bir yanda da gençler köprünün üstünden suya atlayarak turistlere gösteri yapıyorlar. Öğreniyoruz ki gençler eskiden evlenmeden önce sevdikleri kızlara cesaretlerini göstermek için suya atlarlarmış. Köprünün nehirden yüksekliği 24 metre.

Etrafta bolca hediyelik eşya satan dükkan var. Biraz gezdikten sonra yemek yemek için Türk Başkonsolosluğunun hemen yanındaki Urban Grill adlı mekana giriyoruz. Mekandan Mostar Köprüsünü direkt karşınıza alıyorsunuz. Manzarası kelimelerle anlatılamaz. Manzara ile ruhumuzu doyurduktan sonra karnımızı doyurmak için meşhur Boşnak yemeklerinden olan bey çorbası ile cevapi siparişi veriyoruz. Çorbanın da, bizim İnegöl köftesine benzeyen cevapinin de tadı çok lezzetli. Yanında içtiğimiz ayran ise bizimkilerden daha yoğun kıvamlı.

Buradan yine Mostar şehrinde bulunan Blagay (Blagaj) Tekkesine geçiyoruz. Mostar merkezden yaklaşık 20 dakika mesafede. Şeyh Sarı Saltuk’un türbesinin burada olduğu rivayet ediliyor. Birçok dervişe ev sahipliği yapan bu tekke, gerçekten de insana büyük bir huzur ve dinginlik sağlayan bir atmosfere sahip.

Blagay (Blagaj) Tekkesi

Ertesi gün gezimize yine başkent Saraybosna’dan devam ediyoruz. Başçarşıdaki sebilin hemen karşısındaki duraktan City Tour otobüsüne biniyoruz. (24 saatlik standart tur 11 euro) Aynı biletle 24 saat içerisinde istediğiniz duraktan tura devam edebiliyorsunuz. Yol boyunca sırasıyla Boşnakların Nazi işgalinden kurtuluşunu simgeleyen Sönmeyen Ateş Anıtı, Çocuk Anıtı ile Osmanlı mezarlarının yer aldığı park, Ali Paşa Camii, yeni yapılan AVM’ler, katedral, kilise ve camiler, Amerikan Büyükelçiliği ve de Ziraat Bankasını :) görüyoruz. Yolda sıklıkla gördüğümüz tramvay hattının ise 1885’te Avusturya tarafından yapıldığını öğreniyoruz. Ayrıca kış olimpiyatlarının 1984 yılında Bosna’da yapıldığı bilgisini ediniyoruz. Hotel Hills durağında inip hemen bir taksiye biniyoruz ve çok yakında bulunan Umut Tüneline gidiyoruz.

Yaşam Tüneli” ya da “Umut Tüneli” olarak anılan tünel, Saraybosna Uluslararası Havalimanının hemen yakınında yer almakta. Bu tünel 1993 yılında Sırp kuşatması sırasında mühimmat, yiyecek, ilaç vb. yardımların havaalanından halka ulaşması için sivil ve askerler tarafından yapılmış. Saraybosna’nın hayatta kalıp direnmesini sağlayan can damarı olan ve yapımı yaklaşık dört ay süren bu tünel 1 metre genişliğe, 1.5 metre yüksekliğe ve 800 metre uzunluğa sahip. Tünelin yalnızca 20 metrelik kısmı ziyaretçilere açık. Tünelin kuzey girişi olan yerde bulunan ev, bugün o döneme ait fotoğrafların sergilendiği bir müze haline getirilmiş ve hâlâ üzerinde mermi izleri ile Sırp katliamının tanığı olarak durmakta.

Tünelin girişinde öncelikle o günleri ve yaşanan acıları anlatan video gösterimi ile bilgilendiriliyoruz. 1992 yılında Sırplar’ın Müslümanların yoğun olduğu kentlere saldırması ve kuşatma altına alması sonucu Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç resmen savaş ilan etmek zorunda kalmıştır. Modern savaş tarihinin en uzun süren kuşatmalarından olduğu belirtilmektedir. Bu kuşatma sırasında büyük acılar çeken Boşnakların gösterdikleri direniş müthiş bir savunmadır ve asla unutulmayacaktır. 14 Aralık 1995 tarihinde Dayton Barış Antlaşması ile Bosna Hersek bağımsızlığına kavuşmuştur. Ancak belirtmek gerekir ki bu kadar yakın bir tarihte böyle bir zulüm karşısında çok daha erken müdahale edilmesi gerekirdi. Bu vicdani mesele karşısında bu kadar süre sessiz kalınması gerçekten düşündürücü ve bir o kadar da acı!

Umut Tüneli

Tünelin çıkışında savaşın sembolü olan ve beton zemine işlenmiş kırmızı renkli Bosna Gülünü görüyoruz.

Tünelden sonra yine otel durağından City Tour’la şehri gezmeye devam ediyoruz. Yol üstünde savaş sırasında bombalanmış ve duvarları delik deşik olmuş bir huzurevini görüyoruz. Savaşın izleri kaybolmasın diye mevcut haliyle korunmuş.

Turda ayrıca Miljacka Nehri üzerine inşa edilmiş Latin Köprüsünü de görüyoruz. Bu köprünün özelliği, Avusturya-Macaristan Veliahtı Franz Ferdinand’ın bir Sırp milliyetçisi tarafından suikaste kurban gitmesiyle birlikte Birinci Dünya Savaşının başladığı yer olması.

Daha sonra kaldığımız otelin de hemen yanında yer alan Ulusal Kütüphanenin önünden geçiyoruz. Savaş sırasında bombalanmış olan kütüphanenin yeniden restore edilerek halka kazandırılması Bosna’nın, tıpkı mitolojideki Zümrüd-ü Anka Kuşu gibi küllerinden yeniden doğuşunu simgelemektedir.

Ulusal Kütüphane

Son durağımız ilk durağımız da olan Başçarşı. Burada otobüsten inip yaya olarak çarşıyı gezmeye devam ediyoruz. Çarşı meydanında yer alan sebilin etrafı güvercinlerle dolu. 1753’te Mehmet Paşa tarafından yapılan bu sebilden su içenlerin buradan ayrılamayacağına inanılıyor.

Gezerken iyice acıktığımızı hissediyoruz ve meşhur Boşnak böreklerinden tatmaya karar veriyoruz. Saç Börekçisinde tattığımız ıspanaklı, peynirli, patatesli ve kıymalı böreklerin tadı damağımızda kalıyor. Ardından Boşnak kahvesi içmek için Moriça Hana doğru yola koyuluyoruz. Yol üzerinde Gazi Hüsrev Bey Camiini de ziyaret ediyoruz.

Akşam yemeğini Kibe Restaurantta yemeye karar veriyoruz. Şehri yukarıdan gören restaurantta yer alan fotoğraflardan Robert de Niro, Jeremy Irons ve Benicio del Toro gibi birçok ünlünün de yemek yemek için burayı tercih ettiğini görüyoruz. Mekan hoş bir ambiyansa sahip. Gitar dinletisi eşliğinde leziz yemeklerimizi yiyoruz. Fiyatlar mekanın kalitesine göre oldukça makul.

Ertesi gün, acılarını geride bırakarak hayata tutunmayı başarabilmiş Bosna’ya elveda diyoruz.

  • Etiketler

  • Sende Yorumunu Bırak

    • Hakkımızda

      Bir zamanlar TRT’de yayımlanan “Az Gittik Uz Gittik” adlı yarı çizgi film, yarı belgesel tadında bir program vardı. Hiç kaçırmadan izlerdik. Yine Jules Verne’nin kaleme aldığı macera romanı “80 Günde Devrialem”i severek okur, çizgi film uyarlamasını ilgiyle takip ederdik. Meğer tüm bunlar içimizde filizlenen dünyayı gezme aşkını...Devamı

      • Gezi
      • Kutub Minar
      • Rohatyn Kasabası
      • PARQUE NACIONAL
      • Palmira
      • Pokhara Gölü
      • Kutubiye Camii
      • Yüzen pazar, Bangkok
      • Angkor Wat
      • Rynok Meydanı
      • Muhammet El-Emin Camii ile Saint George Katedrali
    • Dünya Kazan, Biz Kepçe