BİR İŞBİRLİĞİ HİKAYESİ: HOMOSAPİENS’İN TARİHİ

BİR İŞBİRLİĞİ HİKAYESİ: HOMOSAPİENS’İN TARİHİ

BİR İŞBİRLİĞİ HİKAYESİ: HOMOSAPİENS’İN TARİHİ

YAZAR HAKKINDA BİLGİ:

Yuval Noah Harari İsrailli tarihçi ve yazar. İngiltere’de Oxford’da doktora yaptıktan sonra Kudüs Hebrew Üniversitesi Tarih Bölümü'nde öğretim görevlisi olarak akademik çalışmalarına devam etmektedir. Yazdığı kitaplar sırasıyla 'Hayvanlardan Tanrılara: Sapiens', 'Homo Deus: Yarının Kısa Bir Tarihi', ve '21. Yüzyıl İçin 21 Ders'tir.

Bu çalışmada Harari’nin 'Hayvanlardan Tanrılara: Sapiens, İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi' adlı kitabı ele alınmaktadır.

KİTAP İNCELEMESİ:

Bu kitapta Harari, tarihi şekillendiren üç devrim ve bu devrimlerin insanları ve diğer canlıları nasıl etkilediğinin hikayesini anlatır. Bu devrimler: yaklaşık 70 bin yıl önce başlayan “Bilişsel Devrim”, 12 bin yıl önceye dayanan “Tarım Devrimi” ve 500 yıl önce başlayan, tarihi sona erdirip başka bir dönemi açan “Bilimsel Devrim”dir (s. 17).

Bilişsel Devrim, Homo (insan) cinsinin Sapiens (zeki) türü olan Homosapiensin alet üretmesi ve kullanması, ateşi bulması ile şekillenerek ufak avcı toplayıcı gruplar halinde yaşamaları sürecini anlattığı dönemdir (s. 18).

Belirtmek gerekir ki, eski avcı toplayıcıların yaşamının elimizde olan aletlerden yola çıkarak canlandırmaya çalışmanın problemli olduğu savı kendi hikayeleştirme metodunun sınırlılığının kendi ifadeleri ile ortaya konmasıdır (s. 54-57):

Küçük bir tepe sayılabilecek mezar kalıntılarının, mağara resimlerinin ve kemik heykelciklerinin üzerine koca teoriler inşa etmek yerine, samimi olup eski avcı toplayıcılarının inançları üzerine son derece belirsiz bir kavrayışımız olduğunu itiraf etmek gerekir “(s. 67).

Başka bir seçeneğimiz olmadığına göre, Homosapiensin beyninin bu var olan kanıtlardan tahmin yürütme, senaryo oluşturma, simüle etme özelliğinden yararlanmak en azından şimdiki bilgimizi göz önünde bulunduracak olursak en mantıklı yoldur. Zaten kendisi de bu yöntemi izlemekten başka bir yol bulamamıştır.

Harari, insanoğlunun atasının Avustralya kıtasına ayak basmasıyla tüm fauna ve ekosistemi mahvederek ekolojik bir seri katil olduğunu kanıtladığını belirtir (s.78).

Biyoloji tarihindeki en ölümcül tür olmak gibi şaibeli bir özelliğimiz var.”(s. 85) sözleri ile insanoğlunun bu kötücül özelliğini vurgulamaktadır.

Harari, türlerin evrimi ve doğal seçilim gibi süreçleri Homosapiensin evrimini anlatırken son derece bilimsel ve doğal bir veri olarak kullanırken, doğal olmayan, doğa yasalarına aykırı olanın ayakta kalamayacağı fikrini işlerken Homosapiensin ayakta kalma savaşını/mücadelesini neden bu doğal süreç içinde değerlendirmemektedir?

Harari, Tarım Devrimi’ni ise, insanoğlunun aslında kendisini daha zor koşullara soktuğu, “tarihin en büyük aldatmacası” olarak niteler (s. 89).

Biz buğdayı evcilleştirmedik; buğday bizi evcilleştirdi. Evde yaşayan ise buğday değil, Sapiens’tir.”(s.93).

Bu ifadeden anlaşılacağı üzere insanoğlu kendisini, daha özgür bir yaşamı bırakarak daha sınırlı bir yaşama sokmuştur.

Yine Tarım Devrimi ile ilgili şimdiye kadar bildiğimiz tarihsel gerçekliklerin Göbeklitepe ile yıkıldığını da belirtir. Göbeklitepe, 12 bin yıl önceye dayanan tarihi ile İngiltere’nin Stonehenge’inden, Mısır‘ın piramitlerinden daha eski bir yerleşim yeri olarak tarihi yeniden yazdırabilecek bir yerleşim yeri olarak karşımızdadır.

Arkeolojik araştırmalarda bulunan kalıntılar, buranın kutsal bir alan olduğunu göstermektedir. Harari, Göbeklitepe’de yer alan sütunların yapılmasının ancak ve ancak binlerce avcı toplayıcının uzunca bir süre işbirliği yapması ile mümkün olacağını, bu çabanın sürdürülebilmesi için de gelişmiş bir dini veya ideolojik sistemin varlığının olması gerektiğini açıklar (s. 102). Yerleşik hayata geçmemiş avcı toplayıcı topluluklarda inanç olmadığı düşüncesini Göbeklitepe yerle bir etmiştir. Daha önceki tarih anlatısı bilindiği üzere yerleşik hayata geçişin tarımla birlikte olduğu üzerine kurgulanmıştır.

Harari, Homosapiensi diğer tüm hayvan türlerinden üstün kılan özelliğinin ortak bir hayali gerçeklik/mit etrafında işbirliği yapması, ticaret ağları, kitlesel kutlamalar ve politik kurumlar oluşturmaları olduğunu açıklar. İşbirliğinin dayandığı bu hayali inanışlar öylesine güçlüdür ki; zaman geçtikçe somut varlıkların da ötesinde bir gerçeklik kazanırlar. Tanrılar, milletler, insan hakları, eşitlik, özgürlük kavramları, şirketler hep böyle kolektif inanışlardır ve bu mitler elverişli koşullarda hızlı bir şekilde değişebilirler (s. 38-44). Buna örnek olarak 1789 Fransız Devrimi ile bir gecede kralların tanrısal gücü yerine halkın egemenliği düşüncesinin hüküm sürmeye başlamasını gösterir (s. 45).

Tabii Harari bu “büyük işbirliği ağları” hakkında bizi uyarır. Bu işbirliği ağları çoğunlukla gönüllü ve eşitlikçi değildir; baskı ve sömürüye dayalı olmuştur (s. 113, 114).

Harari işbirliğinin temelinde yatan unsurun, “hayali düzen” olarak nitelediği sistemlere baskı kurumlarının da dışında gerçekten inanan çok sayıda insanın varolması olduğunu söyler (s. 120). Hayali düzenlerin kötü niyetli komplolar veya amaçsız seraplar değil; aksine çok sayıda insanın işbirliğinin güvencesi olduğunu vurgular (s. 119-120).

Harari, tarihin durmak bilmeden birlik yönünde ilerlediği (s. 172), küresel bir birliğin kaçınılmaz olduğu (s. 176) savlarını ileri sürer. Bu küresel birliğin temelinde hayali düzenlere dayalı işbirliği sürecinin üç aşamasının yattığı; birinci aşamada evrensel parasal düzenin kurulması olduğu, ikincisinin siyasi imparatorluklar düzeni olduğu, üçüncüsünün ise, dinlerin oluşturduğu düzen olduğunu anlatır (s. 177).

Bu noktada Harari’nin savlarının da kendi inandığı düzenin bir yansıması olduğu, kendi hikayesine inanmamızı istediğini düşünebiliriz. Kendisinin şu sözleri çok manidardır:

Etkili hikayeler anlatmak kolay değildir; zorluk hikayeyi anlatmakta değil, herkesin hikayeye inanmasını sağlamaktadır.” (s.44).

Harari, yaklaşık 1500 yılında Amerika’nın keşfi ile başlayan, Ay’a ayak basılması ve günümüze kadar devam eden süreç olarak nitelendirdiği “Bilimsel Devrim” ile birlikte insanların kendi cehaletlerini itiraf ederek tüm çabalarını dünyanın nasıl işlediğini araştırmaya, yeni teknolojiler geliştirmek için yatırımlar yapmaya yönlendirdiklerini, böylece bilim, sanayi ve askeri teknolojinin kapitalizm ve Sanayi Devrimi ile birbirine bağlanarak çok güçlü bir sistem oluşturduklarını açıklar (s. 263).

Bilim, imparatorluklar ve sermaye arasındaki geri besleme döngüsünün bu beş yüz yıl boyunca tarihin başlıca motoru olduğunu savlar (s. 273).

Harari’nin değinilmesi gereken önemli savlarından biri de dünyada enerji sıkıntısı olmadığı, etrafımızın enerji kaynaklarıyla dolu olduğu, tek sorunun enerji dönüşümünü tam olarak bilemememiz olduğudur (s. 334).

Bir diğer önemli argümanı da ihtiyatlı bir duruş sergilese de bugün artık savaş, salgın ve kıtlığı azaltabildiğimiz, geleneksel savaşların fayda sağlamadığı ve mantıksız olduğu artık barışsever politikaların karlı olduğu üzerinedir (s. 364-366, 407). Böylece, küresel bir imparatorluğun doğduğu ve bu dünya imparatorluğunun içinde de fiilen dünya barışının tesis edildiğini iddia etmektedir (s. 367). Bununla birlikte bir dizi tesadüfün tarihin gidişatını değiştirebileceği “cennetle cehennem arasında gergin bir vaziyette gidip geldiğimizi” de söylemekten geri durmaz (s. 367).

Bu iddialarından biri günümüzü kasıp kavuran virüs salgınının da gösterdiği üzere ne yazık ki doğrulanmamaktadır.

En nihayetinde tüm bu gelişmelerin sonunda mutlu olup olmadığımız sorusunu sorar. Tarihçilerin bu soruyu hiç sormadığını; oysa sorulması gereken en önemli sorunun bu soru olduğunu belirtir (s. 368). Mutluluğun en temelde beklentilerimizle ilişkili olduğu, aynı zamanda zevk alma, hayatlarımızın anlamlı olduğu inancı, genetik biyokimyasal faktörlerin de yadsınamayacak derecede katkı yaptığını açıklar (s. 380).

Harari’nin “mutluluk”un genetik faktörlerden geldiğine ilişkin bilim adamlarının varsayımları ve deneysel uygulama örneklerinden yola çıkarak oluşturduğu düşünceleri yadsınamaz. En basit bir gözlemde bile bazı insanların mutluluğa daha eğilimli olduğunu görmek zor değildir. Harari, tüm bu tarihsel ilerleme mitinin “mutlu” olmamıza yaramıyorsa ne anlamı olduğunu sorgular.


Dilek Şahin

  • Etiketler

  • Sende Yorumunu Bırak

    • Hakkımızda

      Bir zamanlar TRT’de yayımlanan “Az Gittik Uz Gittik” adlı yarı çizgi film, yarı belgesel tadında bir program vardı. Hiç kaçırmadan izlerdik. Yine Jules Verne’nin kaleme aldığı macera romanı “80 Günde Devrialem”i severek okur, çizgi film uyarlamasını ilgiyle takip ederdik. Meğer tüm bunlar içimizde filizlenen dünyayı gezme aşkını...Devamı

      • Geleneksel Kore kıyafetleri
      • Titicaca Gölü
      • Hanok köyü
      • Olesky Kalesi
      • Pidhirtsi (Podgoretski) Kalesi girişi
      • Copacabana Plajı
      • Antarktikada bayrağımızı dalgalandırıyoruz
      • Souks de Beyrut
      • Halep, Ulu Camii
    • Dünya Kazan, Biz Kepçe